Pınar Selek
Pinar Selek Viyana’da seminer verdi
23.10.2009






Viyana Enstitüsü Uluslararası Diyalog ve İşbirliği kuruluşunun davetlesi olan Pınar Selek'in SALAM ORIENT 2009 Festivali’nin açılışı dolayısıyla sunduğu seminer, yoğun ilgiyle karşılandı

 

Sosyolog, feminist, aktivist Pınar Selek, Viyana Enstitüsü Uluslararası Diyalog ve İşbirliği kuruluşunun davetlisi olarak Viyana'da seminer verdi. Salam Orient 2009 festivalinin açılışı dolayısıyla 13 Ekim Salı 19.30'da tarihi Tiyatrosu'nda gerçekleşen "Türkiye 2009: Harekete Geçen Kadınlar" başlıklı seminer yoğun ilgiyle karşılandı. Selek, Türkiye'de kadın hareketinin gelişimine odaklandığı bir saatlik konuşmasında temel olarak Türkiye kadın hareketinin, ulusal ve uluslar arası politik konjonktür içindeki konumundan, sorunlarından, taşıdığı potansiyellerden bahsederek seminerin dinleyicilerini de bu konuları konuşmanın anlamı üzerine birlikte düşünmeye davet etti. Türkiye'deki kadın hareketinin dünyadaki kadın hareketini çok etkilediği konusunda genel bir fikir birliğinin oluştuğu seminer sonunda dinleyicilerden gelen soru ve taleplerle bu konuda ayrı bir dizi etkinlik yapılması kararlaştırıldı. Seminer sonrası Kadero ve Viyana  Rai Orkestrası, Otto Lechner ile birlikte bir konser verdi.

 

 

 

Pınar Selek'in seminer konuşma metni:

 

 

Türkiye'de Kadın Hareketinin Gelişimi: İlerlemeler ve zorluklar.

 

     Bugün, Türkiye'deki kadın hareketi hakkında konuşmak neden önemli? Ben bu daveti aldığımda, hep birlikte bu soruya cevap aramamamızın önemini düşündüm. Neden arkadaşlarımız akşam akşam, Viyana'da bizi bir araya topladılar da Türkiye'de kadın hareketi hakkında konuşmamızı istiyorlar? Ben, konuşmam içinde, hem Türkiye kadın hareketinin, ulusal ve uluslar arası politik konjonktür içindeki konumundan, sorunlarından, taşıdığı potansiyellerden bahsedeceğim hem de tüm bunları konuşmamızın anlamı üzerine birlikte düşünmemizi isteyeceğim.

     Özellikle son on yıl içinde,  Afrika'dan Amerika'ya, Avrupa'dan Asya'ya yeni muhafazakar partilerin nasıl güç kazandıklarını görüyoruz. Çok ironik bir biçimde, militarist politikalarda karşıtlaşan Hristiyan sağ ile Müslüman sağ, cinsiyet politikalarında kol kola giriyorlar. ABD'nin pek çok eyaletinde, El Salvador'da, Polonya'da kürtaj yasaklanıyor, İran'da kadınlar taşlanıyor. Bu tür uygulamaların olmadığı pek çok ülkede, cinsiyetçilik başka formlarda yeniden  üretiliyor. Evlilik kurumu, geleneksel değerler güçleniyor. Sarkozy, Merkel, Berlisconni'nin çizdiği modeller yükselen Avrupa değerleri değil mi?

Kadınlar birçok açıdan güçlendiler ama hala heryerde,  Batıda, doğuda, güneyde ya da kuzeyde, patriarka, farklı iktidar mekanizmalarıyla içiçe geçerek,  yeni ve eski yöntemlerle kendini yeniliyor, değişen ekonomik ve sosyal koşullar, cins kimlikleri yeniden yapılanıyor ve bu yapılara uygun mekanizmalar üretiliyor. Geçmişin, bugünkü alışkanlıklarda kendi mevcudiyetini devam ettirdiği bu ortamda, neo liberal, yeni muhafazakar ve militarist politikalarla güçlenen globalizasyon patriarkayı yeniden üretiyor. Yoksulluk, ayrımcılık, güvencesizlik, sömürü, işsizlik ve tüketim her geçen gün daha çok kadınlaşıyor. Zaten toplumda varolan hiyerarşiler, bu mağmatik işletme içinde yeniden yapılanıyor. İletişim sektörünün sosyal iletişimsizliği örgütlediği bu süreçte parçalanmış, yabacılaşmış, dağılmış bireyle karşı karşıyayız. Militarizm de global düzlemde yeniden yapılanıyor. Bugün artık bir dünya savaşından, savaşın globalleşmesinden söz edebiliriz. Cinsel şiddet hala bir silah olarak kullanılıyor. ABD, savaş argümanı olarak 'Afganistan'a kadınları kurtarmaya gidiyoruz' diyor. Irak'ta erkeklere yönelik cinsel şiddet Amerikalı kadınlara yaptırılarak Iraklı erkekler kadınsılaştırılıyor.

Muhafazakarlık ve savaş ikliminin hakim olduğu dünyada, sınırsız iktidar güçlerinin ağırlığı altında ezimiş durumdayız. Irak'taki fotoğraf, üst üste yığılmış bedenlerin fotoğrafı, bir sürü başa, ayağa, bacağa, kola sahip şekilsiz bedenin fotoğrafı bizim gerçekliğimiz değil mi? Bu görüntünün karşısında, dipsiz bir umutsuzluk içine düşüyoruz. Bilgi bombardımanı, tüketim dünyasında kayboluyoruz, sessiz ve hareketsiz kalıyoruz. İtaat ediyoruz. Direniş de, çoğu coğrafyada şiddet aracılığıyla oluyor. Ezilenlerin şiddeti, şiddeti daha çok meşrulaştırıyor, hatta tartışmasız kılıyor. Militarizm, en etkili politik yöntem hala. Askeri olan, erkeksi olan, güçlü olan adaletin sağlayıcısı olarak kabul ediliyor. Ve herkes kendi hakikatini dağlara, denizlere ve göklere yazıyor. Bunun karşısında örgütlü, aktif ve etkili bir politika geliştiremeyen barışçıl pozisyon elitist, liberal, beyaz, korkak ve kadınsı sayılıyor. Uzun zamandır gerçekliğini yitiren barış hareketleri sembolik bir görünümde. Feminist hareketin doğduğu Avrupa ve Amerika'da, artık toplumsal, politik aktif ve etkili bir harekeketten bahsedemiyoruz. Kurumsallaşmış örgütler, profesyonelleşmiş aktivistler ve akademinin sınırları dışına pek çıkamayan feminist söz, artık dünya kadın hareketini etkileyemiyor. 

Bu dünya gerçekliğinin orta yerinde Ortadoğu, global savaşın arenasına dönüşmüş durumda. 11 Eylül saldırısı, Afganistan ve Irak işgali sonrası hiç bitmeyen bir vahşet yaşanıyor.

 

     Bu büyük tablo içinde Türkiye'deki feminist hareketi nasıl anlayabiliriz?

 

Türkiye, çok zengin bir kültürel mirasa sahip bir ülke. Çok kültürlü yapısının zenginliği ve acılarıyla yüklü tarihinde büyük çarpışmaları ama güzel paylaşımları ve ortak deneyimleri yaşadı. Türkiye kadın hareketinin deneyimi, işte bu boğuşma içinde neler yaratılabileceğini de gösteriyor bize.

Türkiye'de feminist hareketin kökleri çok eski ama bir hareket haline gelişi son 25 senede oldu. Daha Osmanlı döneminde, yani 1800'lerin sonunda, 1900'lerin başında, kadın örgütleri, feminist söylemlere sahip kadın dergileri vardı. Ermeni kadınların da çok aktif olduğu bu gruplar, daha çok Avrupa'da başlayan hareketlerden  etkilendiler. 1923'te Cumhuriyet kurulduğunda, ilk parti girişimi kadınlara aitti. Seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere, demokratik  haklarını örgütlü bir biçimde talep eden kadınlar, Cumhuriyetin kuruluşunda kendi kaderlerini erkeklerin eline bırakmak istemediklerini açık açık söyleyerek Terakkiperver Kadınlar Fırkası'nı kurdular. Yani İlerici Kadınlar Partisi kuruldu ve kendini açıkladı. Ama yeni cumhuriyet yönetimi kesinlikle bu partiye ve kadınların bağımsız örgütlenmesine izin vermedi, parti kapatıldı ve kadroları dağıtıldı. Hemen ardından Türkiye'yi 1950'lere kadar yönetecek olan Cumhuriyet Halk Partisi Kuruldu. Kadınlar da cumhuriyetin güçlenmesi için sosyal yardım derneklerine çağırıldılar. 1938'de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildikten sonra, tek partinin yani Cumhuriyet Halk Partisinin kadın kollarına çağırıldılar, milletvekili oldular. Başı açık, kısa etekli ve okumuş kadınlar yeni cumhuriyetin sembolüydü. Kadınlardan ev içi görevlerini ihmal etmeden, kamusal alanda etkin olmaları beklendi. Kendi partilerini kuramazlardı, bağımsız örgütlenemezlerdi ama kendilerine biçilen rolleri oynamak için sahnede yer alabilirlerdi. Bir mühendislik müdahalesiyle inşa edilen kapitalizm, kendi kurallarını ve yaşama biçimini eski gelenekler üzerine kurdu. "Çağdaş yurttaş" da, birbirine eklemlenen eski alışkanlıklar, refleksleşmiş değerler ve yeni kabuller üzerinden şekillendi. Bu çok fazla çelişkiyi bir arada taşımak anlamına geliyordu. Kadınların görünürlükleri arttı, ev geçindirme sorumluluğunu paylaşmaya, yalnız yaşamaya, çocuklarını tek başına büyütmeye başladılar, kız çocuklarının ev içindeki konumlarını görece değişti, dersleri daha iyi olan, saygın meslekler elde eden kız kardeşlerin sayısı arttı. Yıllar geçtikçe, aile daraldı, "annelerin" ve "babaların" konumunda önemli değişiklikler gerçekleşti, aile dışı yaşam yaygınlaştı, evlilik dışı ilişkiler bazı bölgelerde meşruiyet kazandı, eşcinseller nispeten görünür olmaya başladı. Sosyal yaşamda etkinleşen kadın, erkekten "rol" çalarak dışarıya açıldı. Diğer yandan uzun yıllardır güçlenen militarist ve geleneksel yapı içinde, kadınlara yönelik baskı, çok eşlilik, namus cinayetleri, evlilik öncesi bekaret baskısı da  yaygın olarak sürdü. Kurulan kadın dernekleri, bu baskıları gündeme aldılar ama bu mücadelenin içinde "kurtuluş", "özgürlük" "partirarka" gibi kavramlar yoktu. 1960'lardan sonra Türkiye'de sol hareketin güçlenmesi kadın özgürlük mücadelesinin yeniden doğuşu açısından önemli bir zemin hazırladı. Marksizm, o dönemki özgürlük teorileri ve politika deneyimleri yoğun olarak tartışıldı ve bunca yıldır toplumun içinde sakladığı çelişkiler açığa çıktı. Milyonlarca insan, sokağa çıktı, sistemi krize sokan  etkin bir mücadele başladı. İşte o yıllarda, kadın özgürlük talebi, sol hareketler içinde dile geldi. 1980'lere kadar feminist bir organizasyon yoktu. İşçi, köylü, öğrenci hareketleri, sol partiler çok güçlüydü. Kadın özgürlüğü, cinsiyet eşiliği bu gruplar içinde ifade ediliyordu.

 

Ve feminist hareket...

  1980'de askeri darbe oldu. Ordu, tüm hayatın üzerinden silindir gibi geçti. Askeri diktatörlük, toplumsal iradeyi kırmayı hedefliyordu. Yüzlerce insan öldürüldü, bir çok entellektüel ve yazar da dahil olmak üzere yüzbinlercesi tutuklandı, sakatlandı, işkence gördü. Bir kısmı da yurtdışına çıktı. Herşey yasaktı. Konuşmak, okumak, tartışmak, örgütlenmek....  Bu ortamda, eşleri cezaevinde olan pek çok kadın bağımsız örgütlenmeye başladılar. Bir yandan  Türkiye'nin demokratikleşmesi için mücadele veren bu kadınlar, yüzlerini birbirlerine döndüler ve kadın olarak yaşadıkları sorunları da tartışmaya başladılar.

Türkiye'deki feminist hareket bu örgütlenmenin içinden çıktı ve darbeden  sonra ilk politik eylemleri gerçekleştirdi. Darbeden beş sene sonra, 1985'te, ilk sokak eylemlerini feministler örgütledi. Bazıları tutukandı, cezaevine konuldu, birçoğuna saldırıldı ama feminist  mücadele devam etti. İlk eylemler işkenceye, cinsel şiddete,  dayağa, tabulara, kadınların cinsel  haklarına yönelikti. Bu süreçte kadınların en çok ses getiren eylemlerinden biri toplu boşanma davalarıydı. Bağımsız yaşamayi, bağımsız örgütlenmeyi bir ilke olarak kabul eden hareket, kısa zamanda çok ses getirdi. Bu, sessizleşmiş bir ortamda, beklenmeyen birşeydi. Üstelik bu kadınlar, alışılmamış bir yöntemle ve üslupla mücadele ediyorlar, onları durdurmak kolay olmuyordu. Feministlerin oluşturdukları gündemler, söylemleri, talepleri sadece devleti değil, erkek egemen medyayı ve solun da tepkisini çekti. Bu tepkiler, hareket güçlendikçe kabule dönüştü.

80 sonrası gelişen Kürt hareketi ise, hem darbenin etkisini kırdı hem de onun süreklileşmesine gerekçe oldu. Militarist devlet mekanizması, silahlı bir muhalefetle karşılaşınca savaş başladı. Ve bugüne kadar sürdü.

O zamandan bu zamana 25 sene geçti. Bu süreçte, savaşa rağmen demokrasinin nispeten geliştiğini, politik hareketliliğin oluştuğunu  söyleyebiliriz.

Feminist hareket, Türkiye'nin demokratikleşmesinde bir sosyal hareket olarak, önemli bir rol oynadı. Kürt hareketi, belli bir politik yapı tarafından yönlendirilirken, kadın hareketi sivil, demokratik bir zeminde, bağımsız hareket etmekte,merkezi olmayan yapısıyla, çeşitli farklılıkları içinde barındırmakta, yoğun tartışmalara rağmen  pek çok sorunda birlikte hareket etmektedir. Bu anlamıyla biriciktir. 

Türkiye'nin hemen hemen her ilinde, en azından  bir kadın  örgütü, büyük şehirlerde ise pek çok kadın örgütü vardır. Örneğin Istanbul'da, 40'tan fazla kadın örgütünün büyük çoğunluğu kendini feminist olarak tanımlamaktadır. Bu örgütler arasında, feminizm anlayışları ve politik duruşları açısından en farklı olanlar bile, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık gibi genel konularda bir araya gelebilmekte, ortak bir refleks ve tepki oluşturabilmektedirler. Bu tepkiler genellikle etkili olmakta, kamuoyunun ve basının gündemine sokulabilmektedir.

Savaşın yarattığı alt üst oluş içinde, hem etnik hem de cinsel baskı altında olduklarını söyleyen Kürt kadınlar da, feminist hareketten beslenerek, yerel örgütlenmeler kurdular, iktidarı, aileyi, toplum, yoksulluğu sorgulamaya, kendi yaşam alanlarını oluşturmaya başladılar. Savaşın tüm kayıplarına rağmen, bu bölgede bir sosyal devrimin başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kadın hareketi, Türkiye'de yasaların değişme süreçlerine, yarattığı toplumsal hareketlerle doğrudan müdahale edebilmektedir. Örneğin Medeni Kanun (Code Civil) sürecinde tüm ülkede ortak bir kampanya yapmışlar, aile içindeki çeşitli ayrımcılıklara karşı, çalışmayan kadınların haklarına, özellikle miras haklarına ilişkin taleplerini içeren yasa taslakları oluşturmuşlar ve büyük bir kısmını kabul ettirebilmişlerdir. Ceza Kanunu (Code Penal) değişiklikleri sırasında da benzer kampanyalar ve kazanımlar olmuştur. Bu kampanyalar, demokrasi mücadelesi açısından önemli bir deneyim olmuştur.     

Feminist hareket bu başarıların güveniyle daha da güçlenmiş, sivil alanda politik özne olunabileceğini göstermiştir. Bu gelişme, pek çok kurumu etkilemiştir, örneğin muhalif karma örgütler, sendikalar, partiler, inisiyatifler yapılarını değiştirmek ve feminist söylemleri kabul etmek zorunda kalmışlardır, hemen hemen tüm üniversitelerde cinsiyet araştırmaları kürsüsü kurulmuştur, dayanışma merkezleri Türkiye'nin her yerine bir ağ gibi yayılmıştır. Bunun yanında, feminist düşüncenin üretildiği, tartışıldığı, paylaşıldığı alanlar kurulmuştur: Feminist dergiler, feminist kütüphaneler, feminist kitabevleri, feminist sinemalar... Benim editörü olduğum Amargi Feminist  dergi bir teori politika dergisidir. Yani popüler bir üslubu yoktur, analiz dergisidir. Ama en az 3000 satılmakta ve düzenlediği her toplantı büyük bir ilgiyle karşılanmaktadır. Bu önemlidir. Türkiye'de binlerce kişi feminist teori dergilerinden birini okumaktadır. Uluslararası bağlantılarını çeşitli açılardan kurmuş, dış dinamiklerden beslenen bu hareket, çeşitli alanlarda oluşturduğu kurumlarla, dayanışma ve düşünce alanlarıyla ve politik mekanizmalarla dikkate değer bir iç dinamik oluşturmuştur.

Feminist hareket, bu gelişimini 80'lerden sonra görünür olan toplumsal  hareketlerle etkileşim içinde sürdürmüştür. Eşcinsel hareket bunlar arasında en yakın  güçtür. Feminist hareketle eşcinsel hareket arasında özellikle 1990'lardan itibaren güçlenen ilişki, iki tarafın teorik yaklaşım ve politik perspektifini etkiledi. Artık pek çok feminist grup, cinsiyetçilğe ve heteroseksizme karşı birlikte mücadele ediyor, eşcinsel örgütler ise feminist perspektifi benimseyerek, feminist hareketin  en yakın ittifakı durumundalar. Diğer yandan, yine 80 sonrası gelişen anti militarist hareket de feminist hareketi etkiledi ve ondan  etkilendi. Ekolojist ve yerel bağımsız yurttaş hareketleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Tüm bu hareketler, daha yakın bir diyalog ve dayanışma içindedir. Partilerin ve reel siyasi örgütlerin dışında, yeni, bağımsız ama daha dinamik bir örgütlenme ve politika zemini vardır.

 

AMA SORUNLARIMIZ VE EKSİKLERİMİZ DE ÇOK....

 

Ama savaş, demokrasinin kapısının açılmasına izin vermiyor. Türkiye'de 25 yıldır savaşın tüm acılarını, yıkımlarını yaşıyoruz. Silahların ve militarist çığlıkların gürültüsünü altında tartışmak, demokratik yolu açmak çok zor oluyor. Savaş bir bölgede yoğunlaşmış görünüyor ama tüm ülkede etkisi ağır. Durduramıyoruz. Barış çabaları yetersiz kalıyor.

Savaşın, küreselleşmenin, yoksulluğun, muhafazakarlığın, milliyetçiliğin ağırlığı altında ezilmiş olan Türkiye'de, hükümette, liberal ve muhafazakar bir parti olan AKP var. Tıpkı Merkel, Sarkozy gibi, bu partinin muhafazakarlığı aynı zamanda globalizasyonu vaadediyor ve Islami söylemlerine rağmen ABD politikalarına yakın.

Bu ortamda, savaşı, milliyetçilik, militarizm, globalizm ve bizi sıkıştıran tüm iktidar ilişkilerini ortadan kaldırmak çok zor. Bu, hiç bitmeyen bir mücadele anlamına geliyor ve hareket içindeki özneleri çok yoruyor. Küçük kazanımlar, büyük acıları dindirmiyor.

Tıpkı Avrupa'da olduğu gibi, Türkiye'de de farklı feminizm anlayışları var ve bazı grupların gündeminde  militarizm, savaş ve diğer ayrımcılıklar yeteri kadar  önemsenmiyor. Bu nedenle kadın hareketi, her zaman ortaklaşamıyor, yani yaralarımızı her zaman birlikte saramıyoruz.

Feminist hareketin gücünü fark eden pek çok iktidar odağı hareketle ilişki kuruyor. Uluslararası kurumların verdiği fon destekleri, pek çok kadın örgütün çalışmalarını daha çok liberal bir çerçeveyle sınırlandırmasına yol açıyor. Gönüllü çalışma geleneği, romantizm zayıflıyor, feminist çalışma gittikçe profesyonelleşiyor. Bu, karşı olduğumuz yapılara eklemlenme anlamına geliyor.

Tüm bu sorunlar, farklı feminizm anlayışları özellikle son beş senedir, feminist harekette yoğun olarak tartışılıyor. Eğer sorular olursa, bu tartışmaları daha ayrıntılı anlatabilirim. Ama kısaca diyebilirim ki, hem birbirimizi kavramak için hem de hayatı değiştirmek için, farklı deneyimlerimizi anlamaya çalışıyoruz. Patriarka, sosyal hiyararşideki konumumuza göre, hayatımızı değişik biçimlerde etkiliyor. Farklılıkları ve benzerlikleri görmek, feminizm anlayışımızın da derinleşmesine yol açıyor. Farklılıklarımızın bilincinde olarak nasıl bir ortak alan yaratabiliriz? Globalleşmeye karşı nasıl bir demokrasi ve çoğulculuk anlayışı yaratabiliriz? Sömürünün, savaşın, ayrımcılıkların ortasında, selam verdiğimiz, davet ettiğimiz, dinlediğimiz, baktığımız, duyduğumuz, gördüğümüz, öğrendiğimiz ve paylaştığımız bir dünyayı nasıl kurabiliriz? Nasıl bir feminizm? Hangi feminizm? Yeni feminist tartışmalar, patriarka ve onun içiçe geçtiği iktidar yapılarına karşı mücadele etmek ve bunlara bağlı kurumların alternatiflerini yaratmak, radikal bir özgürlüğü kurmak için önemli perspektifler sunuyor.

Patriarkanın, militarizmin, kapitalizmin geldiği korkunç aşama, feminist hareketi zorluyor. Kendi coğrafyamızın dışındaki kadınlarla birlikte ortak bir soluk yaratmak istiyoruz.

İnanıyoruz ki bu soluk, bize dünyayı değiştirmek için ihtiyaç duyduğumuz umudu geri verecek.

 

 

 

 

 

 

Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process