Pınar Selek
Pınar Selek davası...
Pınar Selek davasına dönüşen Mısır Çarşısı davası, 9 Şubat 2011’de görülecek...Bu dönüşüm, 13 yaşına giren bu davayı, aynı zamanda Türkiye’nin kriter özelliği taşıyan en önemli davalarından biri haline getirdi.

Öyle ki, Türkiye’de hiç bir davada olmadığı kadar çok farklı kesimden, görüş ve inanıştan aydın, yazar ve akademisyen ilk kez bu davada bir araya geldi. Yine ilk kez bir dava için yurtdışında böylesine ciddi bir kamuoyu oluştu.

Peki bütün bunlara yol açan ne oldu?

Birincisi, güçlü bir hukuk mücadelesi ile Türkiye’de birçok zorun üstesinden gelinebileceği ortaya konuldu; Eski adı DGM olan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinden iki kez beraat kararı verilmesi sağlandı.

İkincisi, yargının sadece Adalet Bakanlığı tarafından değil, başka kurumlar tarafından da (Dönemin İşçileri Bakanlığı ve İstanbul Emniyetince dava dosyasına bir rapor sokulması ve inceleme istenmesi) etki altına alınabileceği somut olarak ortaya konuldu.

Üçüncüsü, bu dava aynı zamanda benzer birçok mağduriyet durumunun çok aleni bir örneğini oluşturuyor...


Dördüncüsü, bu dava ile yargı alanında gayri hukuki durumların nasıl mümkün olabileceği, bizzat yüksek yargının verdiği kararlarla kanıtlandı. (Uzman bir mahkemenin 8 yıl boyunca çürütülmüş olduğunu tespit ettiği iddialar, yüksek mahkemece dayanak yapıldı.)

Sonuncusu, Sosyolog Pınar Selek’in bu 13 yıl boyunca verdiği mücadele oldu.

Şüphesiz bütün bu olayların bugüne gelişinde bu son neden, daha bir öne çıkmaktadır. Öyle olmasaydı, bir kişinin işkence altında verdiği, mahkemede ise reddettiği bir beyana dayanılarak Mısır Çarşısı Davası, Sosyolog Pınar Selek’in üzerine yıkılmak istenmezdi. Yüksek yargının, ısrarla Pınar Selek’in yargılanmasını istemesinin hukuktaki karşılığı, bu durumda olsa olsa ideolojik olur.

Çünkü;

a-Gerek Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Gerekse Yargıtay Genel Kurulu olsun; hepsinin aslında dayandığı noktalar aynıdır: Pınar Selek’in bu davaya dahil edilmesine neden olan A. Öztürk’ün polisteki ifadesi (Mahkemede “İşkence altında böyle söyledim” diyor), Emniyet ve İçişleri Bakanlığının baskısı ile Dava dosyasına, sonradan sokulmuş olan ve patlamanın bombadan kaynaklandığını iddia eden imzasız tek bilirkişi raporudur.
b-Oysa Yargıtay Başsavcısı, her iki dayanağın da, bir kişinin mahkum edilmesi için yeterli neden oluşturmadığı itirazında bulunuyor.
c-Keza, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun yeniden yargılama kararında esas aldığı (“Patlama bombadan kaynaklı”dır diyen) bilirkişi heyetinin başındaki Prof. Dr. Sevil Atasoy da, gazetecilere konuyla ilgili yaptığı açıklamada, böyle bir tespitte bulunmadığını açıkladı.
d-Buna rağmen yüksek yargı, sadece yerel mahkeme heyetini değil, bütün bu davanın Pınar’a yıkılmasına yol açan kişinin, söz konusu ifadeyi işkence altında verdiğine dair beyanını, raporun sahibini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını, Pınar Selek’in suçsuzluğuna kefil olan binlerce aydın, sanatçı, yazar ve akademisyeni de dikkate almamıştır.


2000’lere kadar Türkiye’de işkencenin çok yaygın olduğu, hükümetlerin sık sık “sıfır işkence” vaatlerinde bulunduğu, Türkiye’nin işkence olayları nedeniyle AİHM’de yüzlerce kez mahkum edildiği bir gerçek iken, yüksek yargının, işkence altında verildiği sabit bir ifadeyle bir başka insanın yaşamını karartacak kararı alabilmesi çok ciddi bir durumdur.

Yani işkence ile bilgi verdirten polisi esas alıyor. Tam da polis devleti uyarılarının yapıldığı bir süreçte...

Burada kritik soru şudur: Yüksek yargı, neden yerel mahkemesini, başsavcısını, savunmayı esas almamıştır?

Yanıtı bir Yargıtay başkanı veriyor.

Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya, 2004 yılının nisan ayında Nevşehir’de bir heyetle yaptığı ziyarette, “Türkiye’de yargı bağımsızlığını engelleyen ciddi sorunlar vardır” dedikten sonra en önemli ikinci sıkıntı olarak “Adli kolluğun kurulmaması”na işaret ediyor. Devamında bakın ne söylüyor: “Bugün ülkemizde polis ve jandarma ön soruşturma makamı gibi çalışmaktadır. Kendilerini savcılardan bağımsız görebilmektedirler. Bu durum da savcıların soruşturmanın amiri olması ilkesini ihlal etmekte ve hazırlık tahkikatı sırasında araya giren sosyolojik, psikolojik ve siyasi etkenler nedeniyle kolluğun istediği kişiler yargılanmakta, istemediği yargılanmamakta gibi bir sonuç doğmaktadır. Ayrıca kolluk tarafından hazırlanan tahkikatlarda da ciddi suiistimallere rastlanabilmekte, işkence, kanuna aykırı delil bulma gibi çok ciddi insan hakları ihlalleri görülebilmektedir. Delil toplamada profesyonel olmayan kolluk çok zaman suçun faili peşinde değil de suça fail yaratma amacıyla çalışmaktadır. Bu şekilde adliyeye intikal eden evraklar nedeniyle de sanıkların tutuklanmaması kolluğu ziyadesiyle üzmekte, kolluk da adliyeyi yıpratmak için propaganda faaliyetine girebilmektedir. Adli kolluğunun bulunmaması yargı bağımsızlığının çok ciddi bir yarasıdır. Adli kolluk kurulmadığı takdirde Türkiye’de daha çok kader mahkumundan bahsedilecek, daha çok aflar çıkacaktır. (Basın)

Ve yarın 9 Şubat… Gözlerimiz Yerel mahkemede. Acaba 8 yıl boyunca didik didik ettiği davada verdiği beraat kararına mı sahip çıkacak, yoksa üstten gelen bu baskıya mı boyun eğecek, göreceğiz!
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process