Pınar Selek
Çevrilemez şeylerin ülkesinde
Bazı şeylerin ne kadar absürt olduğunu anlamak için yapılacak tek işlem, yaşananları başka bir dile çevirerek karşıdaki yabancının çaresizce anlamaya çalışmasını izlemek. O gözlerdeki “Nasıl yani?” sorusu, size, dünyanın en doğal şeyiymişcesine yaşamaya mahkûm edildiğiniz akıl almazlığı tam da o an dank diye kavrama fırsatı verir.

Maşallah bu karşımdakilerin kalakalma halinden Allah ne verdiyse bol miktarda nasipleniyorum. Dolayısıyla artık çok az şeyi çevirmek işe yarıyor; nasıl olsa anlamıyorlar ve bu anlamayışın benim dil yeteneklerimle ilgisi yok. Basbayağı çevrilemez şeyler yaşıyoruz. Hayatını dil ve çeviri üzerine kuran bir ölümlü için muhteşem bir deneyim.

On dördüncü zafer yılına giren Pınar Selek davası da işte böyle çevrilemez olaylardan biri. Zaten savaşın en kirli döneminde barış olasılıklarını araştırmak üzere yola çıkan ve Kürt hareketine yönelik bilimsel çalışmasına el konulduktan sonra cezaevindeyken kendisini televizyon ekranından Mısır Çarşısı komplosunun tam ortasında bulan bir sosyoloğu anlayabilmeye daha ilk cümleden itibaren imkân olmuyor. Barış yolunda sözüyle mücadele verirken kendisine reva görülen katliam sanığı senaryosunu, bir kabus filmi olarak içerden izlemeye mahkûm edilen bu genç kadının, o gün bugündür nasıl zerre acılaşmadan, aynı umut, inanç ve gülümseyişle hayatı ve çalışmayı sürdürebildiği de ayrı bir mucize konusu. Ve malûm, mucizeler için de kullanışlı bir dil yok.

Hele iş “Pınar Selek’in üç kez beraat ettiği” diye başlayan ifadeye gelince, şöyle bir kaşlar kalkıyor. Üç kez beraat de ne demek? Mahkemenin Yargıtay’a karşı kendi kararında azimle direnmesi ve ama yine ve yeniden Savcılığın beraat kararını temyiz etmesi ne demek? Bir hukuk davası içerisindeki bunca hukuksuzluğu nasıl çevireceksin? Davaya doğrudan yapılan müdahaleleri, işkence altında alınan ifadeleri, kedi yumağına dönüştürülen dosyaları anlaşılır kılacak bir kelime hazinesi var mı?

Son olarak bu hafta Pınar’ın üç kez beraat ettiği Mısır Çarşısı davası ile birleşen diğer davalardaki usul eksikliklerinin tamamlanmasına ilişkin yargılamayı izlemek üzere mahkemedeydik. Dışarıda inadına mis gibi bir güneş. Aslında bu havada sadece denize nazır oturulur ve hayal kurulur. Güneşin altındaki sıcaklığın o mahkeme salonuna girişi yasak. Orası zaten her mevsim üşüdüğümüz bir yer.

Yok hükmü”nde…

Sıralara konuşlandık, yine yoklamalar yapıldı. Derken Savcılık makamı mütalaaya başladı. Sanki bu mahkeme hiç beraat kararı vermemiş gibi ağırlaştırılmış müebbet hapis istemesi tane tane ceza istiyor sil baştan. Avukatlar böyle bir mütalaanın mümkünsüzlüğünü, “yok hükmünde”dir diye ilan etti ama on dördüncü yılda daha hâlâ böyle bir hukuksuzluğun bu denli müdanasızca yapılabilmesi hâlâ çevrilemez olarak kaldı.

Üçüncü beraat kararı sonrası artık Yargıtay Ceza Kurulunda görüşülecek olan Mısır Çarşısı dosyası ile ilgili mütalaa verilmesi hukuksuzluğun devam ettiğinin billur gibi bir göstergesi. Oysa zaten karara çıkmış olan ve mahkemenin el çekmiş olduğu bu dosyada savcılığın mütalaa vermesi hukuken mümkün değil. Ama bu davada zaten hangi şey hukuka uygun gittik ki?.. Hatırlayalım, yine son olarak Mayıs ayında alınan ifadesi sırasında Pınar’ın beraat ettiği davadan tutuklanması da talep edilmiş, şükür, mahkeme tutuklanma talebini reddetmişti.

On dört yıldır beraat kararlarına inat, belirsizliğe mahkûm edilen bu davada, Pınar Selek’e doğrudan bu belirsizlik üzerinde işkence ediliyor. Söz işkenceden açılmışken, işkenceye sıfır tolerans denilen günlerde Filistin askılarının vaka-ı adiye olduğu bir dönemde işkence altında alınan tutanakların nasıl halen geçerli ve meşru sayılabildiği ibretlik bir tezat. Bu arada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) bilirkişi olarak gördüğü Berlin’deki “Überleben İşkence Kurbanları İçin Tedavi Merkezi”nin Ağustos 2010 tarihinde hazırladığı özel bir raporla Pınar Selek’in gözaltı süresince gördüğü işkence ve bu sürecin bıraktığı etkileri resmen tescil ettiğini de kayda geçelim yeniden. Söz konusu Pınar Selek davası olunca, fiili, mecazi, maddi, manevi her tür işkencenin toplu olarak varlığı, konuşulması ve çevrilmesi zor konulardan bir diğeri.

Bütün bunlar yaşanırken Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu, (HSYK) hâkim ve savcıların terfisinde ‘AİHM kriterini’ getirdi. Buna göre HSYK, terfilerde artık AİHM’in içtihatını dikkate alarak karar verip vermediklerine bakacak. Eğer ihlale konu olan karar, yargı mensubunun mevzuattan değil, ‘takdir yetkisinden’ kaynaklı ise hâkim ve savcının terfisini olumsuz etkileyecek. Söz konusu kriter bu davaya uygulanacak olsa, zincirleme beraatlar sonrası hâlâ mütalaa istenebilmesine ne denirdi, diye düşünmemek elde değil.

Üstelik mesele AİHM kriterleri de değil, asıl önemli olan samimiyet ve hakkaniyet kriteri. Siz bir insandan adaleti bu denli esirgemeyi, hukuksuzluğu bunu bu denli göz göre göre ve ısrarla sürdürmeyi kendinize nasıl anlatırsınız? Bırakın yabancı dillere çevirmeyi, ana dilde bunu anlatabilecek sözü nereden kotarırsınız?

Analtılabilir, paylaşılabilir ve Allah rızası için biraz da mutluluktan gülümsenebilir şeyler yaşamak hepimizin hakkı. Adalet, hiç bu kadar doğrudan ve sadece yaşama hakkıyla eş anlamlı olmamıştı.


Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process