Pınar Selek
Onu al, öbürünü al, herşeyi al..
Ahmet Kaya'yı, Yılmaz Güney'i istiyor AKP. Ama kentsel dönüşüm bahsinde "zenci" olmayı da. Her yöne esneyebilen, her mağduriyeti kapsayan bir politika karşımızdaki.

Yervart Danzikyan - Radikal - 25/02/2013

Bir fotoğraf analizi ile başlayacağım bu yazıya. Cuma sabahı gazeteleri ellerine alanlar AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın Paris gezisinde çekilmiş bir resim ile karşılaştılar, Bağış, bir grup gazeteci ile birlikte Paris temasları sırasında Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in mezarlarını ziyaret etmişti. Ahmet Kaya’nın mezarını ziyaret sırasında da gazeteciler ve Bağış, Kaya’nın mezarı başında topluca poz vermişlerdi. İşte bu fotoğrafa uzun uzun bakarken buldum kendimi. Çünkü alıştığımız bir kabristan ziyareti ritüellerine pek uymuyordu. Fotoğraf, bize başka bir şey anlatıyordu. Belki biraz AKP’yi, belki biraz sağ siyaset raconlarını..Aslında çok daha fazla şeyi.

Hep beraber bakalım şu fotoğrafa. Egemen Bağış’ın yüzündeki ifadeye bakalım ilk önce elbette. Gülümsüyor Bağış. Bir kabir ziyaretinde pek yapılmaz bu. Ancak Bağış yapmış. Neden? Münasebetsizlik mi? Belki. Ama aslında tam o değil. Muzaffer bir gülümseyiştir bu aslına bakarsanız. Neyin zaferi peki? Çok şeyin.

Öncelikle, en büyük rakibini mağlubiyete uğratmanın elbette. İktidarı onyıllardır elinde tutan gücü yani. Oradan solcular ve Kürtlerle bir mağduriyet kardeşliği kurmaya çalışıyor Bağış. “İkimizi de ezmişti o güç” diyor. “Bak burada buluştuk” diyor. Fakat bunu öyle bir söylüyor ki, oyunun kuralını da açık ediyor aslında, kendini tutamıyor ve gülüyor. Ve biz anlıyoruz ki, (zaten bunu baştan beri biliyoruz) aslında öyle bir kardeşlik yoktur. İşte bu olmayan kardeşlik, onun gülümseyişine vuruyor. Gerçek kendini belli ediyor. O gülümseyişle bir kez daha ortaya çıkıyor ki Bağış aslında şunu söylüyor: “İkimizi de ezmişti mi demiştim? Şaka şaka..Bizi o kadar ezmedi. Üstelik biz bakın galip geldik. Şimdi onların yerinde biz varız. Ama böyle fırsatları da kullanırız. En büyük maharetimiz budur. Pragmatist sağ partilerin en büyük özelliği budur. Böyle fırsatları kullanmakta pek mahiriz..”

Ne derler? Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir kötü bir huyu vardır. Burada gerçek bekleyememiş, hemen ortaya çıkmış, Bağış’ın gülüşüne yansımış. Ama yine de fotoğrafa biraz daha bakmaktan kendimi alamıyorum. Başka şeyler de var bu fotoğrafta. Bir kabir ziyaretinin en temel ritüelinin çiğnenmesi bir kere. Zira, ziyarette yüzünüz kabire, yani mezartaşına bakar. Saygınızı öyle sunarsınız. Ya da öyle hesaplaşırsınız kendinizle. Yüzyüze. Çoğu zaman başınızı öne eğersiniz. Ölmüş, belki de dünyadan alacaklı gitmiş birinin hatırasına saygıdır bu. “Ölümüne engel olamadık” dersiniz, bazen. Sessizce, bazen de mahcup bir duruşla gösterirsiniz saygınızı. Bunu gerektirir bir kabir ziyareti.

Burada bu yok. Kabrin arkasına geçmiş Bağış. Dolayısıyla beraberindeki bir grup gazeteciyi de oraya sürüklemiş sanki. Bu fırsatı kaçırmak istemiyor, belli. Ahmet Kaya’nın yurtdışında ölmesinin, ne manaya geldiğini elbette iyi biliyor. Kaya’nın yurtdışına çıkmak zorunda kalmasına kimlerin yol açtığını da iyi biliyor. Yukarıda bahsettim. Onları yenmenin mutluluğu yüzüne yansımış. Bunu gördük. Ama bununla da yetinmemiş. Ahmet Kaya’yı da, onun temsil ettiklerini de almak istiyor. O çok geniş bir vantuza benzeyen yeni AKP ideolojisinde Ahmet Kaya’nın (ve tabii Yılmaz Güney’in) dışarıda kalmasını istemiyor. Gönlü buna razı gelmemiş. “Kaya da bizim” diyor. “Bakın” diyor, “Hiçbir bakanın yapmadığını yapıyorum. Sevin bizi.” Bunu istiyor bizden Bağış. Gülümseyerek. Öylesine esnek bir partiyiz, diyor özetle. Hepsini istiyorlar.

İyi de şu kötü bir şey mi? Devlet Ahmet Kaya ile Yılmaz Güney ile barışıyor işte, daha ne isteyelim? Şunu bilmiyor olsak, tamam. Devlet barışır. Önce ezer, ufalar. Tehlike gördüğü şey her ne ise, onu bertaraf eder. Aradan yıllar geçer. Uzun yıllar. Toplum değişir. Dünya değişir. O tehlike artık kalmaz. Devlet işte o zaman barışır, eskiden ezdiği, hor gördüğü ile. Bu sefer yerine yenilerini koyar. Yeni tehlikeler vardır. Yeni cadı avları başlar. Rahat huzur verilmeyecek başka birileri vardır. Yıllar çok uzun yıllar sonra özür dilenecek başka birileri vardır. Şu basit soruyla bitireyim o zaman bu mezar faslını. Madem devlet Ahmet Kaya ile Yılmaz Güney ile barışıyor, Pınar Selek neden yurtdışında hala ve cezaevleri neden gazeteciler, Kürt siyasetçiler, muhalif sendikacılar ve öğrencilerle dolu?

AKP’nin her şeyi istediğini söylemiştik. Şöyle devam edelim o vakit. Başbakan Erdoğan hafta sonu kentsel dönüşüm ve gecekonduların yıkılması konusunda destek isterken, CHP’nin kentsel dönüşüme karşı çıktığını söyledi ve“zenci Türküz” deyiverdi. Şöyle dedi tam olarak:

"Milleti devşirdikleri insanca yaşamdan uzak bu yapılaşmanın devamını istiyorlar. Ana muhalefet bütün tarihi boyunca tüm imtiyazların kendi elinde toplanmasını istemiştir. Kendisini en iyi eğitim imkanlarına sahip olacak ama gecekondulunun çocuğu okumayacak. Bunlara destek verenleri bir inceleyin. Bunlar bu ülkenin en iyi eğitim kurumlarında okumuşlardır. Aradan sıyrılıp çıkanlar hep zenci Türk olarak görülmüştür. Biz de onlardanız. “

Kentsel dönüşüm dediğimiz mesele, bundan daha tuhaf bir yere sürüklenemezdi doğrusu. Bilhassa İstanbulluların karşı karşıya kaldığı, sadece gecekondu mahallelerinde değil, merkezdeki eski İstanbul semtlerinde de yoksulları, dar gelirlileri tehdit eden bir meseledir. Yıllardır oturulan evlerin yıkılması, bu arada –büyük ihtimalle- mahallenin değer kazanması, bölgenin eski sakinlerini ise –bir süreliğine- başka semtlere taşınmasıdır söz konusu olan. Her şey olup bittiğinde bölgenin eski sakinlerinin arada hayli değerlenmiş o bölgeye dönüp dönemeyeceği koca bir soru işaretidir. Evet görünürde evler yıkılıp yeniden yapılacak, böylece bilhassa deprem tehlikesine karşı bir önlem alınmış olacaktır ama aynı zamanda buna büyük bir sermaye transferi ve kent merkezindeki bazı bölgelerine yeniden değerlenmesi eşlik edecektir. Böyle bir dönüşüme bilhassa yoksul kesimlerin muhafelet etmesi de doğaldır. (TMMOB’nin konuyla ilgili son açıklamasını şuradan okuyabilirsiniz: http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/tmmobden-rantsal-donusume-karsi-kentsel-donusum-ilkeleri-haberi-67140 )

AKP’nin arazi değerlenmesi-rant sistemine dayanan iktisadi politikası bu muhalefeti ikna etmek için her argümanı kullanıyor. Mesela Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bunu milli bir mesele olduğunu söylemişti geçtiğimiz hafta:

“Bu işi başarabilmemiz için bu konuyla ilgili herkesin daha çok dertlenmesi ve daha çok adım atması lazım. Bu milli bir mesele. Engellemeye çalışanlara da yazıklar olsun. (...) İyi niyetli gecekondu sahibi vatandaş, bu işten rant elde edecek. Biz bunu istiyoruz. Kentsel dönüşümün şeffaf ve hesap verilebilir bir hale getirilmesi lazım. Vatandaşımızın güvenini arttırmamız gerekir (...)Vatandaş kentsel dönüşümü kavramaya içselleştirmeye başladı. Önümüzdeki 2 yılda vatandaştan gelen kentsel dönüşüm talepleri artacak, biz yetişemeyeceğiz. Bundan sonra ana işi kentsel dönüşüm olacak. Ama biz talep nereden geliyorsa, hangi vatandaş rıza gösteriyorsa, hangi belediye buna hazırsa oradan başlayacağız.”

Gayet karmaşık, sorunlu, yoksulları, sistemin sahipsizlerini ürküten, onların büyük ihtimalle kent merkezlerinden periferiye sürecek bir projenin aslında ne manaya geldiğini Bayraktar gayet net özetlemiş işte. Buradan, bu “milli” projeden bir de AKP’nin kendine “zenci”lik devşirmesi, ilk bakışta yazının başında bahsettiğim “gülüş”le ilgisiz gibi görünse de , “her şeyi” isteyen politikanın bir yansıması. Üstelik Erdoğan bu zenci bahsini açmadan bir kaç cümle önce İstanbul’a vize uygulamasını savunmuşken. Hedefe ulaşabilmek için her yöne esneyebilen, her ideolojiyi, her mağduriyeti kapsayabilen, bunu kullanmaktan hiç çekinmeyen bir politika ile karşı karşıyayız, özetle.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1122778&Yazar=YETVART-DANZIKYAN&CategoryID=98
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process